kırmızı pazartesi karakterler ve özellikleri

Realistbir roman olan “Kırmızı, ve Siyah”ta Stendhal ruhsal çözümlemelere ağırlık vermiştir. Romanın Özeti: Yükselmek, varlık sahibi olmak hırsıyla dolu, zeki ve çalışkan bir kişi olan Julien Sorel Fransa’da Verrieres adlı bir kasabada yaşamaktadır. Bir papazdan Latince ve din dersleri alarak kendini yetiştirir. Lig Puanlarından bir kısmını kaybedersin. Kümenin en alt sırasındaysan, puan kaybedince bir alt sıraya düşebilirsin. Ama yeni bir beceri aşamasına çıktığında, sadece uzun süre oynamazsan bir alt aşamaya düşersin. Bunun tek istisnası, her bir sıranın Şampiyonluk aşamasıdır. Bu aşamada her zaman tek bir lig olur. Yayburcunun uğurlu günü Pazartesi, uğurlu sayıları ise 3, 7 ve 13'tür. 28 Kasım Hangi Burç ve Burcu Ne? 23 Kasım - 21 Aralık arası yay burcudur. doğuu gelimesi ve dünyaya yayılması kronolojik olarak anlatılmıtır. Latin Amerika kültürü ve tarihi ile Avrupa etkisi doğrultusunda kaynakları ile özellikleri belirlenmi; modern Türk yazınının önemli isimlerinden İhsan Oktay Anar’ın eserlerindeki izleri tespit edilmitir. Naruto, Konoha Köyü'nde 10 Ekim'de Girdap Ülkesi'nden bir ninja olan Uzumaki Kushina'dan dünyaya geldi.Henüz yeni doğmuş bir bebekken Dokuz-kuyruklu Şeytan Tilki (Kyuubi) köylerine saldırdı, Konohagakure (Gizli Yaprak Köyü) ve babası Dördüncü Hokage Namikaze Minato şeytanı yasaklanmış bir yöntemle, bu işlem sırasında yaşamını sonlandıracağı halde, onun içine Site De Rencontre Inchallah En Français. Camal Kaşıkçı ile Suudi aktivist Ömer Abdülaziz arasında geçen WhatsApp konuşmalarında geçen Cemal Kaşıkçı’nın Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı benzettiği Pac-Man karakterinden sonra Pac-Man nedir, nasıl bir oyun, nasıl bir karakter? Soruları araştırılmaya başladı. Amerikan yayın kuruluşu CNN International, Cemal Kaşıkçı'nın Kanada'nın Montreal kentinde yaşayan Suudi aktivist Ömer Abdülaziz'e WhatsApp'tan gönderdiği mesajlarda, Suudi Arabistan'ı ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ı MBS sertçe eleştirdiği ve gazetecinin öldürülmesi için bu mesajlaşmaların da bir faktör olabileceğini ortaya çıkardı. Abdülaziz ile Kaşıkçı arasında mayıs ayında geçen bir konuşmada, bir grup Suudi aktivistin kendi ülkesinde tutuklanmasının ardından Kaşıkçı'nın, Veliaht Prens hakkında, "Ne kadar çok kurbanını yerse, daha fazlasını isteyen bir canavar 'Pac-Man' gibi. Bu zulüm, kendine destek veren kişilere dahi ulaşırsa şaşırmam." yazdığı görülüyor. Bunun üzerine Pac-Man oyunu merak edilmeye başladı. Mideye indirmedik şey bırakmayan kült oyun Pac-Man hepimizi bir dönem ekranlara saatlerce kilitlemişti. Sadece yüzden ibaret olan ve kaçan kovalanır mantığı ile hareket ederek önüne geleni yiyen Pac-Man hakkında detaylar.. Pac-Man nedir? Pac-Man Namco tarafından yapılmış bir oyundur. 1980 yılında çıkmış ve kısa sürede popüler bir oyun olmuştur. Pac-Man'de oyuncu, bir labirent içerisinde hareket ederek sarı diskleri bitirmeye çalışır. Hedefi hayalet ve canavarlardan kaçarak tüm küçük diskleri toplamak olan oyuncu, tüm diskleri topladığında diğer aşamaya geçer. Labirent üzerinde beliren meyveleri toplamak oyuncuya fazladan puan kazandırır. Büyük sarı diskleri aldığında, canavar ve hayaletler maviye dönüşür ve bir süreliğine yenilebilir duruma gelirler. Oyunun Atari 2600 kartuşları Türkiye'de Dobişko adıyla piyasa sürülmüştür. Oyun Japonya'da Puck-Man olarak yayımlanmış olsa da; bazı vandalların "P" harfini "F" ile değiştirerek küfür oluşturması nedeniyle oyun Amerika'da Pac-Man olarak yayımlandı. Google 21 Mayıs 2010'da bir jest yaparak logosunda Pac-Man oynatmıştır. Pac-Manin bilinmeyen bir yanı oyunda bulunan dört hayaletin ghost oldukça stratejik düşmanlar olmasıdır. Iwatan bu dört hayaletin aslında plan yapıp Pac-Man’i tuzağa düşürmek için uğraştığını açıkladı. Bu dört düşmandan birisi Pac-Man’i sıkıştırırken diğeri ise kendini yem edip onu tuzağa çekmeye çalışıyor. Oyuncu tuzağa düşerse de 4 hayaletin saldırısına uğruyor. Pac-Man karakterler ve özellikleri; Kırmızı Hayalet Blinky, pembe Hayalet Pinky, mavi Hayalet Inky, turuncu Hayalet Clyde. Görevleri farklıdır. Kırmızı sizi takip eder. Pembe tuzak kurar. Mavi kafasına göre takılır. Turuncu ise aptaldır, en kolay onu alt edersiniz. Ayrıca bu hayaletler Türkçe'ye çevrilmiştir. Gölge Kırmızı Hızlı Pembe Utangaç Mavi Mahkum Turuncu Pac-Man ismi nereden geliyor? Artık bir efsane olmuş olan Pac-Man ismi aslında nereden geliyor? Yapımcı bu konuda da bir itirafta bulundu. Karakterin adı yine kızların ilgisini çekmek için seçilmiş. Kadınların meyve yemeyi sevdiğini fark eden Toru Iwatani bu unsurları oyuna eklemiş. Faydalı şeyler atıştıran bir adamın kızların dikkatini çekeceğini düşünen Iwatani Japonca atıştıran anlamına gelen puck kelimesinden oyunun adını türetmiş. Pac-Man’i nereden oynarım? Hala ısrarla kapanmamış olan atari salonlarından oynayabilirsiniz, en doğrusunu buradan bulursunuz. Bu hafta Güney Amerika Edebiyatından devam ediyorum okurluk hayatıma. Benzerlikler ve farklılıklar bir yana dursun oldukça sıradanmış gibi görünen konulara getirilen olağanüstü yorumlarla birlikte kendi yaşamımı sorgulama şansı buluyorum. ÖNYARGININ HÜKMÜ “Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.” satırıyla Gabriel García Márquez’in bu Nobel Ödüllü güzel romanını yüzeysel olarak da olsa anlatmamız mümkün. Zaten romanın orijinal adı Cronica de una muerte anunciada’ yani öncesinde işleneceği duyurulmuş bir cinayetin öyküsü. Romanda, gerçekten de işleneceğini önceden hikayenin geçtiği kasabadaki herkesin bildiği ancak gerçekleşmemesi için hiçbir müdahalede bulunmadığı bir cinayetin öyküsünden ziyade işlenişi’ anlatılıyor. Romanın başkahramanı olan 21 yaşındaki genç, Arap asıllı Santiago Nasar, roman bittiğinde dahi işlemiş olup olmadığından emin olamadığımız bir namus suçu yüzünden vahşice herkesin gözü önünde katlediliyor. Daha romana başlarken Nasar’ın öldürüleceği açıkça ifade edildiği için sıradan cinayet romanlarından ayrılan bir romanla karşı karşıya kalıyoruz. Nitekim sıradan cinayet romanlarında ne katil önceden bellidir ne de cinayete kurban giden kişi. Genellikle ipuçları okurla sayfalarca buluşur ve sonunda tüm sırlar çözülerek hikaye sonuca bağlanır. Ancak bu romanda daha önce de belirttiğim gibi hem kurban hem de cinayetin sebebi, herkes tarafından bilindiği daha romanın başında belirtiliyor. Çünkü yazarın asıl amacı romanın bütününde cinayete tanık olan ve bunun yaşanmasına izin veren farklı insan tiplerinin tepkilerini öne çıkararak toplumun namus cinayetlerine olan yargısını anlatmak. Dolayısıyla romanı okudukça insanlık ve özgürlük kavramlarını aynı ölçüde sorgularken geçmişten günümüze değin gelmiş olan kalıplaşmış toplumsal baskıların nelere yol açabileceğini ve tüm bunlar olurken hiçbir şey yapmayarak her birimizin aslında bu suça ortak olduğuna dikkat çekmek istiyor ve bunu öylesine yalın ama bir o kadar da farklı karakterler üzerinden yapıyor ki, siz okuyucu olarak yine objektif olarak bakıyorsunuz olaya. Eleştiriyorsunuz, yargılıyorsunuz, sinirleniyorsunuz ancak bir an olsun o toplumun bir parçası olarak görmüyorsunuz kendinizi. TOPLUMSAL BASKININ GÜCÜ VE SONUÇLARI Kitabın en fazla dikkat çeken özelliği çok fazla karakter barındırması ve inanılmaz derecede yoğun betimlemeler içermesi. Böylelikle bahsi geçen cinayetin işlenişinin öyküsü çok çeşitli karakterler üzerinden tüm topluma ayna tutmuş ve geçmişten süregelen sabit fikirlerin, töre anlayışının bir irdelemesi yapılmıştır. ** “Kasaba halkının çok büyük bir çoğunluğu için ortada tek bir kurban vardı, o da Bayardo San Román’dı. Trajedinin öteki kahramanlarının hayatın kendilerine uygun rolleri ağırbaşlılıkla, biraz da soylulukla oynadıkları kanısındaydılar. Santiago Nasar, yaptığı kötülüğün kefaretini ödemiş, Vicario kardeşler erkekliklerini kanıtlamışlardı, aldatılan kız kardeş de namusunu yeniden kazanmıştı. Her şeyini kaybeden tek kişi Bayardo San Román olmuştu.” ** Evet, toplumun önyargılarının vahşice vücut bulduğu bu romanda asıl kurban benim okuyucu olarak masum olduğunu düşündüğüm kasabanın genç ve yakışıklı ancak bir o kadar da kibirli delikanlısı Santiago Nasar’dır. Çok fazla insanlarla muhatap olmayan, babalarının anlaşmasıyla nişanlısı ile evlenmeyi bekleyen bir bireydir. Cinayete yine dolaylı da olsa sebep olan Bayardo San Román ise Ángela Vicario adlı genç ve güzel kızın yeni evlendiği ancak kızın bekaretini evlenmeden çok daha önce kaybetmiş olduğunu öğrenince onu elleriyle ailesinin evine geri götüren kasabaya yeni gelmiş, düzgün giyimli ve varlıklı gençtir. Belki de hikayede cinayeti önceden bilmediği halde cinayete dolaylı olarak da olsa sebep olmuş tek kişidir kendisi. Ne de olsa böyle bir durumda asıl tepki vermesi gereken tek kişi kendisidir… Ángela Vicario ise Santiago Nasar’la yaşadığı kasabayı paylaşmaktan başka hiçbir ilişkisi olmayan, buna rağmen ailesinin bekaretini kaybetmesine sebep olan kişiyi sorgulamalarında amaçsızca ve düşünmeden onun adını veren genç kızdır. Belki kendisinin gerçekten kocasına aşık olması belki de Santiago Nasar’ın ne olursa olsun şüphe götürmeyecek bir kişiliğe sahip olması Ángela’yı böyle bir hata yapmaya sürüklemiş ve ikiz ağabeyleri Pedro ile Pablo’nun hiç istemedikleri ama toplum baskısı nedeniyle yapmaya mecbur kaldıkları bir namus cinayetiyle ve Santiago Nasar’ın ölümüyle sonuçlanmıştır. BİZ MİYİZ GERÇEKTE KENDİMİZİ YÖNETEN YOKSA YAŞADIĞIMIZ TOPLUM MU BİZİM YAŞAMIMIZI ŞEKİLLENDİREN? Romanı varsaymaksızın bile bu sorunun cevabı oldukça açık Özellikle gelişmekte olan ülkeler ve kendi beynini kullanmayı değil de toplumun zaman içinde maruz kaldığı birçok baskıyı, yaptırımı sorgulamadan ve düşünmeden kabullenerek adımlarını ona göre atan insanların oluşturduğu cahil toplumlar tarihi tekerrür ettirmeye mahkumdurlar. Yıllar boyu yapılan yanlışları irdelemeden, ölçüp tartmadan yineleyen; sonuçları ne olursa olsun katlanan ve boyun eğen insanlar…Kendilerine yazık eden, kendilerinden sonra gelecek kuşaklara daha da geriye giden bir toplum bırakarak onlara daha da yazık eden insanlar… Bu mentalite toplumlarda hüküm sürdüğü müddetçe hiçbir koşulda ileriye adım atmak mümkün olmayacaktır. Bu romanda töre veya namus cinayeti olarak karşımıza çıkan sorgulamadan boyun eğme durumu başka bir hikayede bambaşka bir olay olarak hayat bulacaktır. Tüm bunların ana nedeni eğitimsizlik ve bunun doğurduğu önyargılardır aslında. Bu sebeptendir ki yazarın da anlatmaya çalıştığı müdahale etmeyerek ve seyirci kalarak cinayete ortak olunduğu, toplumun acı bir gerçeğini gözler önüne sermekte ve bize bir insanlık dersi vermektedir. Belki Santiago Nasar bile öleceğini önceden bilse toplum baskısı yüzünden hiçbir şey yapmayacak ve teslim olacaktı, kim bilir… ** “İçinde yaşadığı dünyanın erdem taslama merakını çok iyi biliyordu, …” ** MÁRQUEZ KENDİ NOBEL’İNİ BU ROMANA GÖNDERİYOR Hepimizin bildiği gibi yazılan her roman yazarı için büyük önem taşır ve kendileri için yazdıkları son roman hep en güzeli olmuştur. Kolombiyalı ünlü yazar Márquez de 1981 yılında yayınlanan bu yedinci romanı Kırmızı Pazartesi’ için bu genellemeyi onaylar nitelikte bir yorumda bulunmuştur “Her yazar, yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarlarının elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri, kendi öz yaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnuttum. Bundan önce de en iyi romanım Yüzyıllık Yalnızlık’ değil de Albaya MektupYok’ adlı eserim idi. Ben öyle sanıyordum; ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın Kırmızı Pazartesi’ olduğunu sanıyorum.” Çocukluğunda etkilendiği olayları araştırıp tüm bunları sanatsal bir dille hem edebiyat dünyasına hem de dünya okurlarına kazandıran Gabriel García Márquez, gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı bu romanında kendi bakış açısından yeterli ölçüde sıyrılarak objektif olarak yaşanılan durumu yansıtmış ve seçtiği tasvirlerle toplumun portresini günümüzde kendi ülkemizde de sıkça rastladığımız bir olay üzerinden usta bir biçimde çizmiştir. Edebiyat yaşamında büyülü gerçekçilik tekniğini yoğun bir biçimde kullanmasına karşın bu romanda bunu oldukça kararında görmekteyiz. Ancak, özellikle karakter çeşitliliğiyle Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş bu romanı kendi bakış açımızı, insanlığımızı ve iç dünyamızı sorgulamamız için ve de sıradanmış gibi gözüken bu toplumca yadsınmaması gereken cinayet olayının nasıl harika bir dille anlatılacağına tanık olmak amacıyla okunmasını herkese tavsiye ederim; özellikle de bizim gibi gelişmeye çalışan toplumlara. Kırmızı Pazartesi, bir namus cinayeti hikâyesidir. Gabriel Garcia Marquez, Woolf ve Faulkner’den etkilendiği karmaşık modernist anlatı tekniklerini ortalama okuyucu kitlesi için işlevsel ve anlaşılır bir hale getirmiştir. Birbirinin tekrarı gibi gelen cümleler yarattığı ritim duygusuyla metne şiirsel bir hava katar. Ölüm daha ilk paragrafta söylenir, ancak gerilim son satıra kadar sürer. Anlatım biçimi, okuyucunun olup biteni öğrenme arzusunu son ana kadar canlı tutar. Sonunda hakikate yine ulaşamayız ancak kader,talih,tesadüf, onur ve namus kavramları üzerine yoğun biçimde düşünürüz. Romanın Türkiye’de yaklaşık otuz beş yılda elli altı baskı yapmasının nedeni usta yazarın seçtiği temaları ve anlatım biçimini ustalıkla sentezlemesi olabilir. Ayrıca iki farklı çevirinin de başarılı olduğu belirtilebilir. Gizemli, çekici, zengin bir genç adam olan Bayardo San Roman, ağustos ayında meçhul bir kasabada ortaya çıkar, kendine bir eş aramaktadır. Angela Vicario’dan hoşlanır, kız önce karşı koyarsa da orta sınıftan olan ailesi onu ikna eder. Altı ay sonra muazzam bir düğün yapılır; ama o gece Angela’nın bakire olmadığını söyleyen Bayardo onu ailesine geri yollar. Suçlunun kim olduğunu öğrenmek isteyen annesi tarafından zalimce sorguya çekilen ve dövülen Angela, aynı kasabadaki başarılı bir Arap ailenin tek oğlu olan Santiago Nasar’ın adını verir. Angela’nın öç almak isteyen ikiz ağabeyleri Pedro ve Pablo, Santiago’yu kendi evinin ve kasaba halkının gözleri önünde defalarca bıçaklar. Halk bu cinayetin dehşetini uzun süre unutamaz. Roman isim ve numara verilmeyen beş bölümden oluşur. Bu sıralama kronolojik değildir, konulara göredir. 1. bölüm, Santiago Nasar’ın hayatının son doksan dakikasını anlatır. 2. bölüm, Bayardo ve zifaf gecesine ayrılmıştır. 3. bölüm, birtakım hukuki konuların ardından ikiz kardeşler -Pedro ve Pablo Vicario- üzerinedir. 4. bölüm, otopsinin ve olaya karışan ailelerin başına geleceklerin anlatılmasının ardından Angela’nın sonradan filizlenen aşkını anlatır. Son bölümde ise kasaba halkının tepkilerini anlatan satırların ardından takip ve cinayetin yer aldığı gergin geçen birkaç dakika verilir. Roman kurbanın evinde başlar ve aynı yerde biter. Baştan sona her sayfada cinayetin izleri vardır. Olaylar bir gün önce akşamüstü başlayan düğün şenliğiyle, ertesi sabah güneşin doğumu arasındaki on iki saati içine alır. İki büyük olay anlatılır düğün ve cinayet. Santiago Nasar, Arap asıllı zengin bir ailenin mutsuz evliliklerinden olan tek çocuklarıdır. Yakışıklıdır. Yirmi iki yaşında olmasına rağmen serveti sahibidir. Üç yıl önce ansızın ölen babasından miras kalan sığır çiftliğini yönetir. İyi giyinir. Avlanmayı ve ateşli silahları kullanmayı çok sever. O gün silahını yanına almaz. Düğün sırasında çok normal görünür, anlatıcı ve Bayardo’yla eğlenirler. Kendisini uyarmaya çalışan pek çok kişi engellenir. Yanlış bilgilendirilir ya da olayı umursamazlar. Nasar’ın işleri bir türlü rast gitmez. Talihsiz rastlantılar ve tesadüfler onu kaçınılmaz sona götürür. Santiago kaderini yaşar ve hatta yaşamak zorundadır. Olup bitene ilgisiz kalmaya mahkûm gibidir. Şaşkınlık içinde nişanlısının babasından gelen silahlı direniş teklifini de geri çevirir. Masumdur çünkü, bu yüzden şaşkındır. Genç kızın bekâretini bozmadığı halde suçlanır. Ancak o, gururlu ve kibirli bir genç adam izlenimi verir. Ancak hizmetçilerinin kızını sürekli taciz ettiği de gerçektir. Angela hakkında “Senin alık kuzenin,” diyerek dalga geçmiştir anlatıcıya. Erkeklerin toplumda ve cinsel konularda büyüklenmelerine bağlı olarak ölmek üzereyken bile gururludur, her zamanki dik duruşuyla yüz metre kadar yürür. Evlerinin önünde komşularını selamlar, ırmağın karşısındaki teyzesine “Beni öldürdüler, Wene Hala,” der ve evine ulaştıktan sonra düşüp ölür. İkiz kardeşler Pedro ve Pablo Vicario’nun mesleği kasaplıktır. Erkek adam olacak biçimde büyütülürler. Halleri tavırları kaba saba ama iyi huylu insanlardır. Kafalarındaki korkunç saplantı nedeniyle üç gündür uyumadıklarından çok yorgun görünürler. Vahşi cinayet sonrası pişmanlık duymayan katil iki kardeş hemen rahibe teslim olurlar, teslim olma biçimleri onurlu bir davranış olarak hatırlanır. Cinayeti namus uğruna meşru müdafaa amaçlı işlediklerini söylerler. “Onu bilinçli olarak öldürdük,” demişti Pedro Vicario, “Ama biz masumuz.” “Belki Tanrı katında öylesinizdir,”demişti Peder Amador. “Tanrı katında da insanların gözünde de,” demişti Pablo Vicario da. “Bu bir namus sorunuydu.” Erkekler suçlanmaz, sorun kadınlardadır, ister ikiyüzlü ahlak anlayışı diyelim isterse çifte standart. Çapkın erkek suçlanmasa bile -Aşk avına çıkmak, şahinle avlanmak gibidir- namusun temizlenmesi için öldürülmesi gerekir. Günümüz Türkiye toplumunda da nedenleri değişmekle birlikte sıklıkla namus cinayetleriyle karşılaşmaktayız, ancak öldürülenlerin tamamına yakını kadınlardan oluşuyor. Kırsal toplumlara özgü bir tema demek artık çok yanıltıcı olabilir. İkizler, biri çıkıp da cinayeti engellesin diye akla gelebilecek her çareye başvurmuşlar, cinayet işleyeceklerini açıkça duyurmuşlar ancak engellenmemişlerdir. İyi insan olduklarından kimse aldırış etmez söylediklerine. Hemen herkes bilmektedir, duymuştur, ama ikizlerin hele üst sınıftan masum birini öldürme ihtimaline kimse inanmaz. Vicdani çatışmanın doğurduğu çelişkili haller arasında gidip gelirler. Pablo, kız kardeşlerinin kirlenen namusunu temizlemek için kardeşini neredeyse zorla alıp götürür. Erkeklik görevlerini yerine getirmek zorundadırlar. Yerel hukuk bunu gerektirir. Dükkânda beklerken sütçü kadın eşinin tıraş takımlarını getirir, Pablo ödünç makineyle tıraş olur; Pedro ise et doğrama bıçağıyla. Maçoluk ve kabadayılığın son noktasıdır bu. Cinayet sonrası kapatıldıkları hücrede de bir türlü uyuyamazlar, içleri geçmek üzereyken cinayeti yeniden yaşarlar, S. Nasar’ın kokusu bir türlü burunlarından gitmez. Atmosferi zenginleştiren bir katkıdır bu. Kırmızı Pazartesi romanının özünde bir aşk hikâyesi vardır. Bu hikâyenin en önemli kişilerinden olan Bayardo San Roman, kasabaya düğünden altı ay önce gelmiştir. Otuz yaşlarındadır ama hiç göstermez. Çok yakışıklıdır. Gizemlidir. Demiryolları, telgraflar-Mors Alfabesi-, bulaşıcı hastalıklar konusunda bilgilidir. Eğlenmeyi, içmeyi, kavgaları ayırmayı, çok sever. Şampiyon bir yüzücüdür. Kasabaya gelme amacı, evlenecek birini bulmaktır. Güçlü, gururlu, kibirli, kendini beğenmiş ve buyurgan biridir. Korkusuz ve kahraman bir savaşçıyı andırır. Bitmez tükenmez olanaklara sahiptir. İşleri yoluna koymada çok ustadır. Angela’nın istediği villayı imkânsız gibi görünmesine rağmen içindeki eşyalarla birlikte çok yüksek bir rakama almayı becerir. Ailesini kasabaya getirdiğinde kim olduğu konusundaki gerçek ortaya çıkar eski güzellik kraliçesi annesi, ortalığı karıştıran afet iki kız kardeşi ve önceki yüzyılın iç şavaş kahramanı general babasıyla insanlarda saygı uyandırır. Bu yüzden istediği her şeyi elde edebilecek gibi görünür. Bayardo, Angela’ya birden âşık olmuştur. Karşı konulmaz bir çekiciliği vardır. İktidar ve servetinin gücünü organize ettiği muhteşem düğün şenliğiyle gösterir. Dans grupları, hediyeler ve yemekler olağanüstüdür. Bütün bunlar onun Angela’nın aşkını kazanmak için gösterdiği çabalardır, yaptığı baştan aşağı gösteriştir. Ancak düğün bitimi yeni evlerindeki ilk gecelerinde Angela ile ilgili gerçek ortaya çıkınca onu evine geri götürür. Bir hafta sonra evinde alkol komasına girmiş olarak bulunur ve ailesi tarafından götürülür. Terk edilen villa harabeye döner. Angela, kısıtlı olanaklara sahip bir ailenin en küçük kızıdır. Babası ailesini geçindirmek için çok çalışmaktan gözleri bozulan orta halli bir kuyumcu, annesi ise sert kişiliğini iyi gizleyen bir ilkokul öğretmenidir. Kendini eşinin bakımına ve çocuklarının büyütülmesine adamıştır. Angela, evlenmek için yetiştirilmiştir. Gergef işlemeyi, dikiş dikmeyi, dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütü yapmayı, aşk mektupları yazmayı iyi bilir. Ölümü yaklaşan hastaların bakımı konusunda uzmandır. İki ablası gibi o da çok terbiyelidir. En güzelleri de odur. Ancak kimsesiz ve ruhsuz görünür. Bayardo’nun ona talip olması tanıdıklara çok şaşırtıcı gelir. Güçlü ve muktedir iki erkeği farkında olmadan dize getirir. Romantik aşkın uzlaşmaz yanı vurgulanır böylece. Başlangıçta Bayardo’yu kendini beğenmiş olarak görür, zamanla kendisine fazla olduğunu düşünür. Bu işte maddi kazanç gören annesi aşkın öğrenilebileceğini söyler ona. Bu kusursuz cinayette bir anlamda asıl suçlu, güvenilmez olan, tanıklık etmek istemeyen Angela’dır. İkizler, cinayeti bildik biçimde işlerler. Ancak cinsellikle ilgili suç bilinmezliğini korur- Angela’yla kim, nerede ve nasıl ilişkiye girmiştir?- Anlatıcının annesine göre namus, aşktır. Angela, annesinin sıkı denetimi altında ablalarıyla büyümesine rağmen iffetini nasıl kaybetmiş olabilir? Ablaları, gerçeği annelerine anlatmasını engeller. Bakire olmadığı halde saflık simgesi duvağıyla portakal çiçeklerini takması hem simgelere karşı büyük saygısızlık hem de cesaret gösterisi olarak değerlendirilir. Angela, cinayet sonrasında yerleştikleri ve annesiyle birlikte yaşadığı kasabada terzilik yaparak yaşlanır, kendini tanır ve huzura kavuşur. On altı yıl boyunca her hafta bir anda âşık olduğu eski kocası Bayardo’ya mektup yazar. Bir ağustos günü elinde karısının gönderdiği iki bin mektupla çıkagelir adam, hiçbirini okumamıştır. Postmodern yapıtlara özgü ironi göze çarpar. Eskiden aşklar mektuplar aracılığıyla ifade edilirdi. Tutkular açıkça yazılırdı. Bu durumda gerçek, güçlü ve tutkulu aşk Angela’nınkidir. Romanın yarısına kadar gelenek ve namusla ilgili olan aşk, ikinci bölümde kadın ve erkeğin kişisel duygularına bağlı olarak gerçekleşir. Aşk için güç ve kontrolü bırakarak bu duyguya boyun eğmek; maçoluk ve geleneklerden kurtulmak gerekir. Kasaba halkına göre S. Nasar yaptığı kötülüklerin kefaretini ödemiş, ikiz kardeşler ise erkekliklerini kanıtlamış, Angela namusunu geri kazanmıştır. Ortada tek bir kurban vardır Bayardo San Roman. Kırmızı Pazartesi’de Marquez, toplumdaki kadın ve erkek rolünün incelenmesine derin bir alan ayırırken romandaki karakterlerin toplumun belirlediği kalıplara girme zorunluluğu üzerine odaklanmıştır. “Her erkek onlarla mutlu olur, çünkü acı çekmek için yetiştirilmişler.” Toplum genç kızları sadece evlilik için hazırlamaktadır. Cinsiyetçi bir anlayışla kızların istekleri göz ardı edilmektedir. Kasabanın erkeklerinin rolüne bakıldığında “Oğlanlar erkek adam olacak biçimde büyütülmüşlerdi.” Geleneksel bir dünyadır bu, kadın erkek ilişkileri bireysellik ve sevgiden ziyade kuralcı ve toplumsal biçimde karşımıza çıkar. Şiddet ve çelişkiler belirgindir. Kırmızı Pazartesi karamsar bir metindir, ele aldığı tema bunu gerektirir. Yoğun şiddet içeren bölümler atmosferi besler. Ancak bu şiddet ideolojik değil ahlaki bir vurgu taşır. Yerel namus yasası işler. Kolombiya toplumunun muhafazakar dokusu hemen hemen bütün kırsal tarım toplumlarında görülebilir. Değişime direnç söz konusudur. Kasaba halkının cinayet konusundaki iletişimsizliği ve pasifliği şaşırtıcıdır ancak inandırıcıdır. Marquez, her ne olursa olsun gerçekleşeceği söylenen şeylerin engellenebileceğini, insan müdahale ettiğinde dünyanın gidişatının değişebileceğini ima eder. Halklar sandıklarından çok daha fazlasına hâkimdir. Sonuçta kader de ideolojik bir kavramdır. Kaynaklar Gabriel Garcia Marquez’e Giriş, Gerald Martin, Can Yay. Bir Söz Büyücüsü Garcia Marquez, Gene H. Bell-Villada, Kırmızı Kedi Yay. 14 Haziran 2018 Bunlar da ilginizi çekebilir duyduğum en kötü film-kitap ismi çevirisi. ingilizcesi şöyle malesef a chronicle of a death foretoldbkz kötü çeviriler bir gün öncesi.. bkz kanli pazar 16. uluslararası istanbul tiyatro festivali kapsamında 1, 2 ve 3 haziran'da haldun taner sahnesi'nde istanbul seyircisiyle buluşan olağanüstü roman uyarlaması. macit koper tarafından oyunlaştırılıp yönetilen, çıktıktan sonra insanın boğazında bir düğümle salondan ayrılmasına sebep olan oyundur. önyargı, kader, yabancılaşma kavramları sorgulanarak "işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsü" anlatılır. dekor kırmızı, hatta ne tesadüf ki haldun tanerin seyirci koltukları da kırmızı iken pazartesi günü izlendiğinde aaaaa kırmızı pazartesi oldu denilmesine neden olmaktan öteye gidemeyecek gösteri. oyunculuklar berbat, metin berbat ötesi, dekor güzel gözükse de anlamsız ve arkada bir yerlerde gözüken gemi, ev figürleri de nedir anlaşılmaz. şehir tiyatrolarının yaşlı yönetmeni macit kopere verilen hak ve destek iğrenç. romanı uyarlamış, boş alan yok, şüphe ettiğiniz nokta aaaa aydınlanıyor, ya bırak da orayı ben doldurayım. espriler zorlama, belediye başkanı gereksiz hele "neee"leri daha da gereksiz. ismi her neyse kasabaya evlenmeye gelen adamın engellenemez cazibesi varmış bunu anlatıcı söylemese anlayamıyoruz niye metin bunu desteklemiyor, oyunculuk bunu gösterecek nitelikte değil allahtan anlatıcı var da eksik kısımları dolduruyor. o da olmasa aslında biraz daha etkileyici bir oyun olurdu hiç olmazsa kendi kendinize bir şeylere yorum yapardınız. şehir tiyatrolarının kendi adamlarına hadi bi şeyleri uyarlayın da hem siz para kazanın hem de yeni yazarlara destek veriyoruz filan deriz dediği bu yıl içerisinde şehir tiyatrolarında hala kalitesiz oyunların sergilendiğini gösteren oyundur galası olduğu için oyun şehir tiyatrolarında pzts oyun oynanmamasına rağmen pzts oynanmıştır. ki bu noktada da bir eleştiri bulunmamaktadır. ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın. Karakterler Santiago Nasar Kurban. Babasına çok benzediği söyleniyor. Otopside üstün zekalı olduğu anlaşılıyor. Ayrıca sara hastası olduğu ve bu sebepten birkaç yıllık ömrü olduğu ortaya çıkıyor. Yazar Olayı yıllar sonra anlatmak için araştırma yapan biri. Kurbanın eski bir arkadaşı. Plácida Linero Kurbanın annesi. İbrahim Nasar Santiago'nun babası. İç savaşın ardından oraya gelen bir Arap. Victoria Guzmán Nasarların aşçısı. Ne Santiago Nasar'ı ne de babasını seviyor. Divina Flor Victoria'nın genç kızı. Santiago onu korkuttuğu için cinayet konusunda bir uyarı yapmıyor. Pedro/Pablo Vicario Angela'nın ikiz erkek kardeşleri. Santiago Nasar'ı onlar öldürüyor. Babalarının kör olmasından sonra, kasaplık yaparak evi onlar geçindiriyor. Cinayetin işlemesini engellemesi için birçok kişiye bundan bahsediyorlar fakat kimse onları durdurmuyor. Clotilde Armenta Vicario ikizlerinin, Santiago'yu beklediği meyhanenin/sütçünün sahibi. Piskopos Adaya gelen fakat gemiden hiç inmeyen biri. Onun geldiği gün olduğu için Santiago güzel giyiniyor. Kıyafeti kirlenmesin diye ön kapıdan çıkıyor. Cristo Bedoya Yazarın ve Santiago'nun ortak arkadaşı. Tıp öğrencisi. Cinayetle ilgili Santiago'ya haber vermek için tüm şehri dolaşıyor. Margot Yazarın kız kardeşi. Santiago'dan hoşlanıyor. Jaime Yazarın erkek kardeşi. Pazartesi sabahı giyinik olan tek insan o olduğu için annesine o eşlik ediyor. Luisa Santiaga Yazarın annesi. Santiago'nun vaftiz annesi. Bayardo San Román Kasabaya cinayetten altı ay kadar önce vapurla gelmiş biri. Birçok konuda bilgisi var. Angela Vicario Bayardo'nun evlenmek istediği kız. Bakire olmadığı anlaşılınca Bayardo onu terk ediyor fakat cinayetten on altı yıl sonra tekrar birleşiyorlar. Poncio VicarioAngela'nın babası. Purísima del Carmen Pura Vicario Angela'nın annesi. Vicario ailesinde Bayardo'nun geçmişiyle ilgili soruları olan tek insan. Alberta Simonds Bayardo'nun annesi. General Petronio San Román Bayardo'nun babası. Ünlü bir general. Dul Xius Merhum eşinin dekore ettiği evi satmayı istemiyor. Fakat verilen teklifin cazibesi karşısında evi Bayardo'ya satıyor. Yolanda de Xius Xius'un merhum eşi. Doktor Dionisio Iguarán Kasabanın doktoru. Luis Enrique Yazarın erkek kardeşi. Profesyonel gibi gitar çalabiliyor. Yazarın rahibe kız kardeşi Adı kitap boyunca kullanılmıyor. Mercedes Barcha Yazarın gelecekteki karısı. María Alejandrina Cervantes Zamanında Santiaga Nasar'ın delice aşık olduğu bir hayat kadını. Faustino Santos Vicario ikizlerinin sözlerinin sarhoş palavrası olmadığına inanan tek kasap. Leandro Pornoy Cinayetten haberdar olan bir polis memuru. Pazartesi sabahı Vicario kardeşlerle konuşuyor. Don Rogelio de la Flor Clotilde'nin kocası. Geceleri meyhaneyi o işletiyor. Kurmay Albay Don Lázaro Aponte Belediye başkanı. Eski bir subay. Otopsiden sonra vejetaryen oluyor. Hortensia Baute İkiz kardeşler evinin önünden geçtiğinde cinayetin çoktan işlendiği sanıyor. Prudencia Contes Pablo Vicario'nun nişanlısı. Cinayetin işlenmesi gerektiğini düşünüyor. Peder Carmen Amador Otopsiyi o yapmak zorunda kalıyor. Flora Miguel Santiago'nun nişanlısı. Daha sonradan bir teğmenle kaçıyor. Sorgu yargıcı Adı bilinmiyor fakat soruşturma raporunda kenarları yazdığı notlardan edebiyata düşkün biri olduğu anlaşılabiliyor. Cinayetin işlenmesinden kısa bir süre önce Hukuk Fakültesini bitirmiş. Polo Carillo Elektrik santralinin sahibi. Santiago'yu sevmiyor. Fausta López Polo'nun karısı. O da Santiago'yu sevmiyor. Indalecio Parto Santiago'nun arkadaşı. Sorunun geçtiğini düşünüp onu uyarmayanlardan. Yamil Shaium İbrahim Nasar'la beraber gelen son Araplardan. Nasarların aile dostu. Poncho Lanao Nasarların bitişik komşusu. Argénida Lanao Poncho'nun PAZARTESİ –KİTAP ELEŞTİRİSİ Öncelikle bu kitabın çok etkileyici olduğuna değinmek istiyorum. Yazıma bununla başlamamın nedeni de kitabı bitireli iki gün olmasına karşın aklımdan çıkmaması. Masanın üzerinde kitabı her gördüğümde tüylerim diken diken oluyor. Bu kadar etkileyici olmasının sebebini anlatmadan önce kitap hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Kırmızı Pazartesi Gabriel García Marquez tarafından 1981’de yayınlanmış bir cinayet romanı. Kurban Santiago Nasar, cinayetten bir gün önce evlenen Angela Vicario’nun bekâretini kaybetmesine sebep olmakla suçlanır. Angela’nın ikiz ağabeyleri kız kardeşlerinin namusunu temizlemek için Santiago Nasar’ı öldürmeye karar verirler. Fakat ikizler bu cinayeti işlemeyi içten içe istememektedirler. Bu yüzden işleyecekleri cinayetin haberini, gördükleri herkese duyurmaya çalışırlar. Nitekim cinayetten bir kişi dışında tüm kasabanın haberi olur. Kasabada cinayetten habersiz tek kişi Santiago’dur. Bazı insanlar o zamana kadar haberdar olduğunu düşündüğü için, bazıları da Vicario’ların anlattıkların sarhoş palavrası olduğuna inandığı için onu gördüklerinde konuyu açıp cinayetten bahsetmemiştir. En sonunda Santiago’nun da haberi olur elbette ama iş işten geçmiştir. Kendi evinin kapıları üzerine kapanır, Santiago Nasar bir dizi talihsiz tesadüfün sonucunda orada can verir. Cinayet ve arkasından yapılan otopsi yıllarca konuşulur, birçok insanın hayatını değiştirir. Angela Vicario’nun bekâretini gerçekten onun yüzünden kaybedip kaybetmediği bir muammadır. Angela’nın bu olay hakkında hiçbir ayrıntı vermeyip sadece olayın kendisinden bahsetmesi, Santiago Nasar’la daha önce yan yana bile görülmemesi ve en ufak bir ipucu bile bulunamaması insanların Santiago’nun bir hiç uğruna öldürüldüğünü düşünmelerine sebep olmuştur. Olayın aslıyla ilgili yapılan en yaygın dedikodu, Angela’nın gerçekten sevdiği birini korumak için Santiago’nun adını söylediğidir. Fakat gerçekten ne olduğu asla öğrenilememiştir. Angela’nın ısrarlı bir şekilde Santiago’nun ismini tekrarlaması, halka ona inanmaktan başka bir seçenek bırakmamıştır. Romanla ilgili en çarpıcı ayrıntılardan biri, romanın sonuna kadar kimsenin Santiago’yu uyarmamış olmasıdır şüphesiz. Herkes cinayetten haberdardır fakat hepsinin kendince bir sebebi vardır Santiago’ya bundan bahsetmemek için. Hiçbiri kaçınılmazı değiştirmek için uğraşmaz, kılını kıpırdatmaz. Başka bir çarpıcı ayrıntı da cinayetin tamamen bir isme bağlı olarak işlenmesidir. Suçunun bilincinde olduğu ve ona göre tedbir aldığı ihtimali göz önünde bulundurulur hep. Gerçek suçlunun o olmayabileceği ancak cinayetten çok sonra fark edilir. Tıpkı sorgu yargıcının dosyanın kenarına yazdığı “Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.” sözündeki gibi cinayet, bir delil üzerine değil tamamıyla bir varsayım üzerine gerçekleştirilmiştir. Dikkat çeken ayrıntılardan biri de roman boyunca cinayetin gerçekleşmesine sebep olan tesadüflerdir. Piskoposun gelmesi, bu nedenle Santiago’nun yanına 357 Magnum silahını almaması ve güzel giyindiği için ön kapıdan çıkması; Santiago’yu detaylı bir şekilde uyaran ve evin kapısının altından atılan kâğıdın cinayetten çok sonrasına kadar görülmemesi; cinayetin gerçekleşmesine sebep olan tesadüflerden sadece birkaç tanesidir. Kitabın etkileyici olmasında bu çarpıcı noktaların etkisi var tabi ki fakat yazar cinayeti bu kadar güzel bir şekilde anlatmasaydı, beni bu kadar etkileyeceğini sanmıyorum. Kitabın ilk satırlarından itibaren öldürülecek kişi biliniyor, ilk bölümden sonra cinayetin yerini ve zamanını, hatta cinayete sebep olan bazı tesadüfler bile öğreniliyor. Kısaca özetlemek gerekirse kitabın son bölümüne varmadan cinayetle ilgili tüm 5N 1K sorularının yanıtlarından haberdar olunuyor. Fakat yazar bu soruları öyle bir biçimde cevaplıyor ki son sayfaya gelene kadar ya onları birleştiremiyorsunuz ya da cevapların farkına bile varmıyorsunuz. Aynı anda ikisinin de başıma geldiği bir örnek vermek istiyorum Kitabın bir bölümünde köpekler, Santiago mutfakta can çekişirken bağırsaklarını yemek için mutfağa girmeye çalışıyorlardı. Santiago’nun mutfakta can çekişmesine bir anlam verememiştim çünkü meydanda öldürüldüğünü biliyordum. Bağırsaklarını yemek istemelerinin bir ipucu olduğunu ise hiç fark etmemiştim. Hayvanların ölü bedenlerde bağırsakları yemeyi sevdiği gibi fazladan araştırma gerektiren bir bilgi olduğunu sanmıştım. Son sayfalarda Vicario kardeşlerin onu nasıl öldürdüğünü okuduğum anda kendimi aptal hissettiğimi inkâr etmeyeceğim. Yazarın açık açık her şeyi yazdığını, benim bunu birleştiremediğimi fark ettiğim andı. Son satırda “ Mutfağın içine yüzükoyun yığılıp kalmıştı.” cümlesini okuduğum anda hayatımda daha önce hiç hissetmediğim kadar çarpılmış hissettim kendimi. Cinayetin vahşeti ve sonunun bu kadar açık olması ama bunu görememem beni oldukça sarstı. Sonuç olarak bu kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Cinayet romanlarını çok severim ve daha önce birçok cinayet romanı okudum. Cinayet romanların da bir gizem olur ve okuyucu tüm kitap boyunca bu gizemin ne olduğunu çözmeye çalışır. Katilin kim olduğunu, cinayetin nedenlerini vs. öğrendiğim için sadece okuyup bir ders çıkarmam gereken bir kitap sanmıştım Kırmızı Pazartesi’yi. Oysa Kırmızı Pazartesi de daha önce hiç görmediğim bir gizem türü vardı Cinayetin işlenişi. Eğer bu kitabı okuyacaksanız cinayetin işlenişiyle ilgili tüm ipuçlarını bir kâğıda not etmenizi tavsiye ederim. Çünkü kitabın son bölümüne geldiğinizde cinayeti bildiğinizi sandığınız halde tam olarak kafanızda canlandıramadığınız fark ediyorsunuz.

kırmızı pazartesi karakterler ve özellikleri